20 Ağustos 2015 Perşembe

ÖYKÜ - Bir El

11 Ağustos 2008 terör saldırısında kaybettiğim silah arkadaşlarım ve komutanlarımın anısına... 


Biri İstanbul biri Kahramanmaraş diğeri ise Bursa olmak üzere aynı zaman dilimi ve gündeki üç kişi işlerine gitmek üzere yola koyulmuşlardı, hepsi de başka başka işler yapıyorlardı... Biri beyaz eşya tamiriyle uğraşıyordu, diğeri araç kiralama işindeydi, öbürü ise bir mağazada tezgahtarlık yapıyordu... Hepsi de sabahın verdiği mahmurluk ve işe gidiyor olmanın verdiği cansıkıcılıkla ilerlerken, başları, yürüdükleri zeminden bir an olsun kalkıp da geri indiğinde irkilerek durdular! 11 Ağustos 2013 tarihinde, saatler 08:27'yi gösteriyorken bir el, bu üç farklı şehirdeki üç insan irkildiğinde zamanı tam da orada durdurdu...


11 Ağustos 2008

Yazar, yüksek bir tepede, hava hafif kararmışken, bir kum torbasının üzerine oturmuş, dalgın vaziyette, hiç adeti olmasa da başka bir kum torbasına tarih atıyordu... Az önce tutuşturdukları odunlardan yükselen alevler yüzünü aydınlatıyordu... Evinin özlemini duydu içinde, sonra, evine dönemeyecek arkadaşlarını düşündü, daha da sonra, düşünmemeyi tercih etti... Kafasının karışık olduğu çok belliydi, bir şeylerden endişe duyuyordu...



11 Ağustos 2008 günü sabahı

Bıkmıştı, her gün aynı şeylerin olmasından bıkmıştı... Aynı saatte yatıyor, aynı saatte kalkıyor, sonra görev bölgesine aynı sayıda arkadaşıyla çıkıyor, aynı yerleri gözetleyip, aynı saatte yine geri dönüyor, sabah kahvaltısını yapıp yatıyordu... Bu döngüden bıkmıştı, bunu yüksek sesle söylemekten de hiç çekinmedi... 8 aydır farklı bir şey yapmıyordu... Bu durumdan sadece o rahatsızmış gibi hissetti, bu hisden daha da sıkıldı... Görev için çıktıkları tepeden iniyorlardı, tepenin eteklerine yayılmış karakolu koruyorlardı, aman Allah'ım diye düşünüyordu içinden, saldırıya bu kadar açık bir alanda karakolun ne işi var! Bir önceki günün akşamı saat 7 de çıkmışlardı görev yerlerine, şimdi ise saatler sabah 7:12 yi gösteriyordu, aradaki zaman uykusuz geçtiği için üzerlerini dahi değiştirmeden kahvaltıya geçmeyi yeğliyorlardı, çadırdan bozma adına gazino denilen yere kahvaltı için girdiler, tabldotu elinde, sıraya geçti, sıra kendisine geldiğinde kahvaltıyı kimin dağıttığına dahi bakmazsızın geçti hızlıca masaya, biraz sonra arkadaşının kızgınlığını duyup, gülümsedi herkesle birlikte, sobaya ekmek koymuş kızarsın diye, bir uyanık da araklamış... Televizyon açıldı, kimse 40 masalık, her bir masanın 6 sandalyesi de dolu ortamda televizyondan çıkan sesi anlamasa da görüntülerine bakıyordu işte. Evde olsalardı eğer kendi istedikleri kanal açılmasa hır çıkaracak bir dolu insan vardı ama herkes burada kaderine razı geliyordu... Çayından bir yudum aldı, ılıktı, buna şaşırmadı, ekmeğine yağ sürmeye çalıştı, bıçağı bir yerde takıldı, yağ hareket etmiyordu, ekmeği parçalandı, buna da şaşırmadı... Ön sıralardan bir bağrışma sesi duydu, buna şaşırmıştı işte, bir el, zamanı o anda durdurdu... Çok yanlış zamanlamaydı, kalbinde korkunç bir acı hissediyordu!



10 Ağustos 2008 akşamı

Tepeye bir kaç kilometre yürüdükten sonra çıkmışlardı, geldik dedi arkadaşına, yine geldik! Sabaha kadar bekleyecez, dünden ve ya önceki günden ya da daha öncesinden hatta ilk geldiğimiz günden bugüne kadar geçen zamanda olduğundan farklı hiç bir şey olmayacak! Belki sen dedi, bana yeni bir anını anlatırsın ve ya ben unuttuğum bir anım varsa sana anlatırım... Hatta belki dün olduğu gibi ikimiz de anlattığımızı unuttuğumuz bir anımızı tekrar anlatmış oluruz! Ne güzel gece çıkıp sabah indiğimizde de yatıyoruz abi, günler böylece çift çift atmış gibi oluyor, senin sinirlerin bozulmuş biraz, istersen bir revire çık ha? diye cevapladı arkadaşı, istemiyordu gitmek, hem çok revire gidip istirahat alıyor diye onunla dalga geçen onlar değil miydi! Boşu boşuna oradalarmış gibi hissediyordu, amaçsız şeyler ruhuna aykırıydı, artık gece görüşleriyle yakaladıkları görüntüleri bile bildirmiyorlardı hem! Ne diye oradalardı! Boşvermişlerdi çoktan, her aldıkları görüntü ciddiyete alınmaksızın "Domuzduur" diye geçiştiriliyordu. Bu yılgınlığı duyumsarken gözlerini tek bir noktaya dikerek pür dikkat karşı köyü incelemeye başladı, gece görüş dürbününe de gerek yoktu, yükselen, her bir tepeden görülebilecek alevlerdi!..


11 Ağustos 2008 günü sabahı gazinoda yapılan kahvaltı daha önce yapılan hiç bir kahvaltıya benzemiyordu... Bir el durdurduğu görüntüye yakın plan bir kamera tutmak istedi, televizyon vardı, oraya koymak için hep beraber uğraşmışlardı, bölük komutanının defalarca yok diyerek azarlamasına rağmen kendi ceplerinden toplayarak alacakları sözünün altını defalarca kere, çok önemliymişçesine çizip, söz vermişlerdi, televizyon kavgası yaşanmayacaktı... Para veremeyen arkadaşlarını da zorlamayacaklardı, sözdü! Almışlardı sonunda işte televizyonun hikayesi buydu, keşke gerçekten o kadarla kalsaydı! Ön sırada az sonra çarşıya gitmeyi bekleyen bölük komutanının şoförü vardı, İstanbullu'ydu, araba kiralama işindeydi, o gün için çarşı izni almıştı, komutanı onu ararken ve aratırken tehlikeyi farketmiş,bir yerlere saklanarak iznini iptal etmesini engellemişti, şimdi dondurulan görüntüde acınacak haldeydi, görebilseydiniz birden fazla duygunun yüzündeki yansımasını görebilirdiniz... Daha ortalarda herkes askeri üniformalıyken kendisi pijamalı olan biri gözüme çarpıyor, yeni uyanmış ve ilaç saatini geçirmemek için gelmiş, yedikten sonra hemen yatmayı planlıyordu, çok kötüydü, şimdi ise ayakta elindeki çatal yere düşer bi vaziyette donmuş bekliyordu... En arka masalardan birinde ise önünde kahvaltı tabağı bile olmayan biri vardı, herkes yiyorken o ne yapıyordu ki boş boş, sabah keşif ekibiyle gideceği için alelacele kahvaltısını edip çıkmıştı oradan aslında ama araçtaki planlamadan ötürü gelmemesine karar verilmişti, nerede vakit geçirecekti, iki laflardı arkadaşlarıyla, ne de çok istiyordu aslında gitmek, iki insan yüzü görürdü, belki güzel bir kız da görürüm diye ümitleniyordu, şimdi, kıpkırmızı kesilmiş bir halde durmuş görüntüdeki mimiklerinden anladığımız kadarıyla bağırıyordu! Kimisi yerlerde, kimisi masayı devirmiş bir halde, kimisi koşarken görülüyordu, uzunca bir çadırın içinde, dünyanın en büyük kargaşalarından biri vardı, biri buna dur diyebilseydi, diyemedi...

11 Ağustos 2008 günü sabahı, askerler görevlerini sabah grubuyla değişmeden önce, hava daha yeni yeni aydınlanmaya karar vermişken...

Karşı köyde yükselen alevlerin keşfi yapılacaktı, Alp Jandarma Karakolu'ndan iki araç nizamiye kapısına doğru yöneldi... Nöbetçi açmıyordu kapıyı!

-Komutanım da gelecekmiş, araçları bekletin dedi...
-Çocuğum tüm komutanlar burada.
-Tabur komutanımız komutanım!

Emir büyük yerden... Beklediler... Araçtaki herkesin aklında tek soru vardı "Ama tabur komutanının bu derece basit bir olayda gelmesine ne gerek var" Sorunun cevabı herkes için aynıydı ama bilinemezdi... O ise canının çok sıkıldığını mırıldanmıştı geldiğinde...
Araçlar, hazır olduğunda harekete geçti...

Tabur komutanı fazlalık olduğunu araçlar hareket eder etmez fark etti, bir eri yer açılsın diye araçtan bile indirmişti, durunamıyordu bi tuhaflık vardı... Sorular sormaya başladı,

-Yüzbaşım şoförünüz?
-Komutanım, dün çarşı izni istemişti, izin verdim ama sabah bulamayınca mecbur...
-Hımm, anladım. Şoförlüğü iyi bu arkadaşın da ama.
-İyi maşallah komutanım.
-Araç muhafızınız da değişmiş?
-Revire çıkmıştı, 2 günlük istirahat vermiş üstteğmen komutanım. Gitmeyecekti de ben zorla yolladım, alnına dokundum yanıyordu çocuk, titremesinden anladım.
-İyi yapmışsın yüzbaşım, hastalık bu Allah korusun. Şey peki, he tamam tamam, onu ben indirmiştim ya doğru...
-İyi misiniz komutanım?
-Bunalıyorum Yüzbaşım, duramadım sıkıntımdan sizinle geleyim dedim, biraz temiz hava iyi gelebilir...

11 Ağustos 2008
Yazar, yüksek bir tepede, hava hafif kararmışken, bir kum torbasının üzerine oturmuş, dalgın vaziyette, hiç adeti olmasa da başka bir kum torbasına tarih atıyordu... Her günün aynı olmasından şikayetçi olduğu ana lanet etti, ne vardı, böyle şimdi daha mı iyi olmuştu!.. Alevler yüzünü aydınlatıyordu... En son gördüğü alevlerin ucu kötü yerlere gitmişti, alevlere tavır almışçasına yüzünü çevirdi, sessizlik çıldırtacak gibi oldu... Sessizlik düşüncelerini daha net duymasını sağlıyordu, 10 mevzi ve her mevzideki iki kişi, ana mevzide duran 2 komutan artı 2 asker, tüm bunların toplamından çıt bile çıkmıyordu! Rüzgar bile yapraklara değmeden geçiyor olmalıydı, ateş, sessizce yanıyordu, kabahatli gibi!


11 Ağustos 2008 günü sabahı havanın kısmen aydınlandığı saatler.

Keşif için köye doğru yol alan araçta sessizlik hakimdi, kimseden çıt çıkmadı... Gürültüyle patlarken bile... Kimse, paramparça olan araçta sağ çıkmadı... Parçalar halinde siyah büyük poşetlerle toplandılar etraftan, toplayan askerler gözyaşlarıyla titreye inleye kimi zamanda kusarak akıllarına mukayyet olmaya çalışıyorlardı. Başçavuş, her zamanki soğukkanlılığıyla geziniyordu olay yerinde, bu duygusuz olmasından değil, senelerdir sürdürdüğü askerlik yaşamında bir çok ağır olayla karşılaşmasından dolayıydı. Bir şey arıyordu! Aranıyordu durmadan, narkotik köpeği edasıyla kah yere yatıyor kah ayağa kalkıyor yerinde duramıyordu, sonra buldu, cebine attı, tabur komutanının rütbesiydi bu... Alevler komutanım! Neden çıkmış öğrenemeyeceklerdi, ama ne için çıktığı artık belliydi. Keşif yapılacak köye tek bir yol vardı giden, varmalarına 1,5 kilometre kala mayınla havaya uçurulmuştu araçları, kayalara vursan bükülmeyecek silahları yamulmuş türlü şekillere girmişti, karşılarına en yırtıcı hayvanı çıkartsan titremeyecek kalpleri durmuştu, gökler dile geldi, sağanak bir yağmur başladı, çok kirlettiniz dünyayı diyordu, gökler dile geldi, şimşekler çakarken, tehdit ediyordu, elbet bir gün görüşeceğiz diyordu! Bir asker en yakın arkadaşının kopan başını tutuyor halde düşmüş bayılmıştı...
O sırada bir el, 11 Ağustos 2008 gününün sabahında gazinoda durdurduğu zamanı tekrar oynatmaya başladı, çok yanlış zamanlama, kalbimde korkunç bir acı hissediyorum! Televizyonda tek tek yüzler görüyordum, o an etrafımda kendilerini yere atanlar, gözyaşlarıyla kafasını masalarına vuranlar, ağzından tükürükler saçarak saçlarını yolanlar ağır çekim film gibiydi, sadece ben normal hızda hareket ediyordum, aralarından geçtim, televizyona hiç bu kadar yakın olmamıştım ama sesini her zamankinden daha az duyuyordum, resimler aktı gitti defalarca, araca binenler içinden yalnızca bir kişinin yüzünü göstermemişlerdi! Çok sarsılmıştık, ben içimden her günün aynılığına dair yaptığım sızıntılarıma lanet okuyordum, daha koğuştan kokularının silinmediği arkadaşlarımın televizyonda dönen fotoğraflarına bakıp ağlamaya başladım... Diz çökerek kapaklanmış, hareketsiz durduğundan şoka girdiğini anladığımız, üzüntüsünden kendisine zarar verenleri zaptetmeye koyulduk toparlandığımızda... Bazılarını revire taşımak zorunda bile kaldık...

Şimdi, bir el 11 Ağustos 2013 tarihinde, saatler 08:27'de iken durdurduğu anı devam ettirdi, gördükleri doğru olamazdı... Arkalarını dönüp kontrol etmek bile istemediler, o araçta kendilerinin olmaları gerektiğini anımsadılar yüzlerce-binlerce kere anımsadıkları gibi... Bir el müdahale etmişti bu besbelliydi! Zamanları daha gelmemişti...

Ve, bir el, satırları sonlandırdı...



Ersin PERK




öykü, erzincan kemah, terör saldırısı, 11 haziran 2008
http://www.milliyet.com.tr/yola-dosenen-mayin-askerler-gecerken-patladi-----asker-yarali/gundem/gundemdetay/11.08.2008/977192/default.htm
Tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim. Silahsız, kirli siyasete insanların kurban olmadığı bir dünya temennisiyle...