16 Kasım 2021 Salı

Evkurdan Alışveriş Yapılır mı?

Evkur onay süreci, Evkur ürün iptali olur mu, evkur güvenilir mi, evkur alışveriş, evkur mobilya

Cevap: Değil bir daha Evkur'dan alışveriş yapmak, gördüğümde yolumu değiştiririm.

18 Eylül 2021 tarihinde Evkur Gaziantep merkez şubesine gittik (maalesef) Buraya yeni taşındığımızı ve yatağımızın olmadığını, hızlı bir teslimat gerçekleştirebileceklerse yatak alacağımızı söyledik. 3 gün onay süreçlerinin olduğunu maksimum 15 gün içinde de teslimatın yapıldığını belirttiler. Emin olmak için defalarca kere sorduk, bize acil bir yatak lazım teslimatta sorun çıkmaz değil mi diye. En nihayetinde imzalar atıldı ve yatağı aldık. (ama aslında yatak değil de dert satın almışız) (bunlar nasıl laflar ya, dert almışız filan yaşlanıyorum galiba :/ )

3 gün olarak bahsettikleri onay süreci adeta bir evlilik titizliğinde uzatıldıkça uzatıldı, bir hafta sonra Evkur'dan birileri geldi eve bakmaya, bir iki hafta sonra arama yapılarak maaş bordrom istendi filan derken bırakın üç günü 1 ay sonra bile sistemde siparişim hala onaylanmış görünmüyordu. Biz bu süreçte tabii hala yerde yatmaya devam ediyoruz, biz kimiz ki? Yatağımız yokmuş, bize söz verdikleri süreler geçmiş, Evkur'un umurunda mıydı? Tabii ki değildi. Baktık her şey sipariş alana kadarmış, ürün satıp köşeye çekilmek gibi bir prensip edinmişler dedik ki iş başa düştü, belli ki biz paramızla rezil olacağız, bizi sattıkları ürünün adeta köpeği edecekler. Çünkü belli ediyor ortam kendini. Yahu dedik, 15 gün içinde teslim edecektiniz 1 ayı geçti bırakın ürünü, siz daha onaylayamadınız bile, hani onay süreci 3 gündü? Onaylanmış ama sisteme yansımamış gibi yuvarlak cümlelerle geçiştirildik ve öğrendik ki teslimat süresi 15 gün değil 21 iş günüymüş, bakın ne diyorum, 21 "İŞ GÜNÜ". Yani bırakın 15 günü, düz 21 gün bile değil. Resmi tatiller, haftasonları günden sayılmadan geçecek 21 iş günü! Bunun hesabını sorduğumuzda, bize mağazanızda böyle söylenmedi dediğimizde ise verilen cevap sadece şu oldu "Size yanlış bilgi verilmiş" Normal olarak şunu sorduk "Peki bize yanlış bilgi vermeniz, sizin hatanız değil mi? Bize verdiğiniz sözün önemi yok mu, bunun yaptırımı olmayacak mı?" Aklınızda olsun, Evkur müşteri hizmetleriyle konuşurken, burada kurumsal bir şirketin müşteri hizmetleriyle konuşuyormuş gibi düşünmemelisiniz, öyle düşünürseniz sinir krizi geçirip aklınızı kaçırabilirsiniz. Bu arkadaşlar bize verdikleri her cevapla bizi bir öncekinden daha da şoka sokmayı başarıyordu, Dediğim gibi bize yanlış bilgi verilmesinin bir öneminin olup olmadığını sorduk ve şu cevabı aldık "Bizim yapabileceğimiz bir şey yok, mağazaya giderek satış yapan arkadaşa hesap sorabilirsiniz" 


Yahu bu satış görevlisiyle benim aramdaki bir kan davası mı, kişisel bir mevzu mu? Oldu olacak çıkışta kollarımızı sıvayalım kavga ederek bu meseleyi çözelim (ya da kafes dövüşüne ne dersiniz?) Evkur müşteri temsilcisi diyor ki, size mağazada yanlış bilgi verildiyse bizlik bir şey yok, gidin yanlış bilgi veren arkadaşla meselenizi çözün. Nasıl çözebilirim mesela ne önerirsiniz, bu arkadaş Evkur'un satış elemanı değil mi? Bana verdiği yanlış bilgi nasıl direkt onunla benim aramdaki şahsi mesele oluyor?


Neyse uzatmadan, çözüm olarak sunulan başka bir şey "Gidin mağazaya, mağaza müdürüyle görüşün anlatın isterse iptal eder" Canı isterse ama... Bu arada, mağaza da bulunduğumuz bölgeye 2 saat uzaklıkta filan. Biz de o sıra hastalıklarla boğuşuyoruz, sonra test yaptırdık covid olduğumuzu öğrendik, karantinadayız. Dedik ki durumumuz bu, evden çıkamıyoruz. Bize müdürünüz ulaşabilir mi? Neden bize müdür ulaşıyor, onu da anlatayım. Bu yol çok çileli yol :) Bu yol çok teferruatlı, bu yol aşılmaz bir yol dostlarım. Çünkü siz mağazadan alışveriş yaptıktan sonra bir daha mağazaya ulaşamıyorsunuz. Mağazalar dış aramaya kapalı (prensipleri öyleymiş) Bir çağrı merkezi numaraları var genel, orada sizi yukarıda anlattığım tarzda bir çağrı merkezi elemanı karşılıyor (aranızda halledin biz bir şey yapamıyoruz gibi şeyler söyleyen) bu arkadaşlara derdinizi anlatıyorsunuz, isterse alışveriş yaptığınız mağaza 10 saat uzaklıkta olsun illa mağazaya gidin diyor ya da talebiniz alındı 24-48 saat içerisinde talebinize dönüş yapılacak deniyor (ve sonrasında dur lan bakalım ne zaman arayacaklar diye merak içinde bekleyip, sabırla 10 gün bekleyip yine siz onları arıyorsunuz. 2 ay boyunca hemen her gün 24 saat içerisinde dönülecek denildi ama yanlışlıkla da olsa bir kere bile arama yapılmadı. İşte böyle de profesyonel firma) Nerede kalmıştık, durumumuz bu, karantinadayız lütfen mağaza müdürü bize ulaşsın dedik, aman aman!!! Samimi söylüyorum, biz bu mağaza müdürüne ulaşmak için harcadığımız efor ile dünyada hangi ünlüye, hangi siyasiye ulaşmak istesek ulaşırdık. Fakat Evkur mağazasının müdürüne ulaşamadık. Bakın arada Evkur müşteri temsilcisi, Evkur çözüm ekibi (bir şey çözdükleri yok gerçi) olmasına rağmen müdüre arattıramadık kendimizi. Bakın, "Evkur mağaza müdürü" , FBI Başkanı filan değil ya, "Evkur mağaza müdürü" bu, bu kadar, bu nasıl bir ulaşılmazlık ya! Ulaşılmazlığın dışında, bu kurumda senin nasıl bir kredin var böyle, hayran olmamak mümkün değil, sorun yaşayan bir müşterini kendi kurumundaki müşteri temsilcisine, çözüm ekibine ve bunların "Bizzat biz takip edip bu sefer arama yaptıracağız" sözlerine rağmen aramıyorsun. Müthiş bir pozisyon bu ya, canın istemezse yapmıyosun müdürlük filan harika değil mi :) Canın istemezse çalışmıyorsun. Yoksa aylarca arama yap diye bekleyen müşterilerini aramama gibi bir inisiyatif hangi kurumda var ki? Bu kadar denetimsiz bırakılan bir çalışan nerede var başka peki? Bir mağaza müdürünün, müşteri ile ilgilenmek dışında nasıl meşguliyetleri var ki aylarca her şeye rağmen kendi kurumundaki temsilcilere rağmen sorun yaşattıkları müşteriye bir telefon edemiyor, etmiyor. 


Neyse, biz bu kadar ilgisizliğin ve iş bilmezliğin, kurumsallıktan binlerce-milyonlarca kilometre uzağında olan bu firma ile bir yere varamayacağımızı anladık. Bu arada da 21 iş günü geçti ve geçtikten sonra "e hani ürün nerde geçti 21 iş günü" dediğimizde "bu süre 30 iş günü olarak güncellendi" dediler. Kavgalar gürültülerle 30 iş günü de geçti. Tüm her şey adeta sinir harbi gibiydi, dedik ki artık lanet  olsun, vazgeçtik, istemiyoruz, yatakları da başlıkları da onların olsun, yıldık istemiyoruz ürünümüzü iptal edin. Bir bağımız kalmasın, söz veriyoruz Evkur'un önünden bile geçmicez artık. Ne oldu biliyor musunuz, onu bile yapmayı beceremediler. Kayıtlar alındı, 24 saat içinde arama yapılacak dendi, defalarca kere bu döngüye girdik tekrar, hangi döngü şu döngü 

-Aramadınız, iptal talebimiz vardı

-Konuyla ilgili kaydınız oluşturulmuş, size dönüş yapılacak

-Ama 24 saat dediniz 2 gün geçti, bize bilgi verin artık

-Ben konunun aciliyetini bildiren bir mail oluşturdum, 24 saat içerisinde size dönüş yapılacak.

-Bunu sürekli diyorsunuz ama dönmüyorsunuz.

-Size 24 saat içinde dönüş olacak...

(24 saati geçeli çok olmuştur)

-Alo, bize böyle böyle denmişti yine kimse aramadı...

-...


Yukarıdaki konuşmayı ve bu döngüyü 40 kere yaşadığınızı düşünün! ve işin özü iptali de beceremediler. Üstüne üstlük son ödeme tarihi gelmiş bir taksit SMS'i gönderdiler. Dedik ki taksit ödemesi geldi, belli ki beceremeyecekler iptali bari ürünün gelişini geciktirmeyelim. 2 ay boyunca yalvardığım, lütfen daha yetkili biriyle görüştürün beni talebim, konuyu twitter'a yazdıktan bir gün sonra gerçekleşti. Twitter'a ve buraya yazmayı 2 ay boyunca bekleme sebebim, doğal yollardan çözüm aramak, bir kurumu karalıyor gibi gözükmek istemememden kaynaklıydı. Fakat farkettim ki benim yapmama gerek yoktu, zaten kendi çalışanları kurumu hareketleriyle yeterince karalıyordu. Daha önce hiç hatırlamam mesela bir çağrı merkezi elemanının arayan müşterinin sözü bitmeden "bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz" diyerek ağzına lafı tıkayıp suratına telefon kapatmasını. Bu nasıl kurumsallık? 


Daha yetkili arkadaş devreye girdiyse de bu sadece görüşmelerimizin konuşma kalitesini yükseltti, konuşmayı bilmeyen, nezaketsiz-soğuk, insanın suratına telefon çarpan temsilcilerin yerine ılımlı ve insanı dinleyen, en azından hak veren bir yetkili geldi. Bu daha yetkili Evkur çalışanı elinden geleni yapacağını söyledikten sonra beni arayarak üçüncü kez yapılan teslimat tarihi uzatılmasının üstüne, 15 gün daha beklemem gerektiğini belirtti. Bu uzatmanın üstüne bana vaadedilen teslimat süresi 18 günken, bu eklemeyle 2,5 aya tekabül ediyordu. Bunun üzerine, karşımda ilk defa halden dertten anlayan biri olduğundan adeta yalvararak, nolur bizi kurtarın bu dertten, iptal ettiremez misiniz dedim :) Çünkü artık o 15 günden de emin değilim, size 2 aydır tek bir söylediği dahi doğru çıkmayan bir kurumun neden son dediğine inanabilirsiniz ki? Böyle böyle 2 ay oyalayıp resmen sinirlerimizi yıprattılar, bir 2-3 ay daha devam ettirmeyeceklerinin garantisi yok. İlk defa bulaştık kendilerine ama bizi doğduğumuza pişman ettiler, bir daha tövbe.


 

Evet bu tecrübeden neler öğrendik şimdi bir üstünden geçelim. Kimsenin kafasında soru işareti kalmasın.


Evkurdan alınan ürün kaç günde gelir?

Gelip gelmeyeceğini asla bilemeyiz. :)


Evkur onay süreci kaç gün sürüyor?

Üç gün diyorlar fakat 1 ay sürüyor. 


Evkur ürün iptali olur mu?

Deneme aşamasındayız. Ne ürünü getiriyorlar, ne yardımcı olabiliyorlar, ne de iptal edebiliyorlar. Evkur'a bulaştıktan çook sonra tonla sipariş verdik, mobilya vs dahil, hepsi geleli epey oluyor. Hatta sipariş verdiğimiz üçlü koltuk ürününün bir tanesinde ufak bir defo vardı, mağdur etmemek adına koltuğu geri götürmeyip hemen yenisini sipariş verdiler. O bile geldi siz düşünün :) Herifler bırakın siparişi teslim etmeyi Evkur'a tur bindirdiler. Biz de ürünü iptal edin lanet olsun diye Evkur'a yalvarıyoruz. 


Buradan tekrar sesleniyorum kendilerine, lanet olsun, sizden artık hiçbir şey istemiyoruz, yatağınız da batsın yorganınız da, şu ürünü bir iptal edin kapınızın önünden bile geçmeyeceğiz. Bizi uğraştırmayın artık.


...  


14 Ağustos 2020 Cuma

Öykü : Isırılmayan Leblebi Yazan: Ersin Perk


öykü oku, kısa öyküler, en iyi hikaye, hikaye okuma, kısa öykü oku, ersin perk, öykü okuma sitesi, öyküler oku

Kaybolmamıştı ama her yerini avucunun içi gibi bildiği sokaklarda yabancıymışçasına yürüyordu. Yokuş aşağı inerken hissedilen ürpertinin aynısından göğüs kafesine doluşmuştu. Nefesini ilk defa duyuyor gibi hissetti, burnundan değil de kulaklarından alıyordu sanki nefesi. Gözleri buğulanıyor, yarı bilinçsiz hareketleri daha sarhoşumsu bir havaya bürünüyordu. Yumruklarıyla gözlerini ovalıyor, anlık düzelme yerini hemen buharlı filtreye bırakıyordu. Nefes. Daha derin nefes. Kısa aralıklarla iki nefes, ardından derin nefes. Nefes. Etrafa bakınma. Sigara. Öksürük. Derin nefes. Öksürük. Kısa aralıklı nefes. Yarım yarım bir sürü öksürük. Oturdu. Daha önce hiç oturmamış gibi, seneler boyunca ayaktaymış gibi rahat edemedi. Önündeki boyacı sandığına daldı. Muhtemelen işine gitmek için evinden çıkan insanlarla göz göze gelmek istemediğindendi, dalmak sayılmazdı aslında. Birbirleriyle günaydınlaşanlar tedirgin etti, her seferinde, bana mı diyorlar diye kaldırdı başını ürkek bir tereddütle. Yerini değiştirdi. -nefes, derin nefes, sigara, öksürük, kısa nefes, yarım öksürükler- Biri boyatmak isterse diye düşündü, içi titredi. Ayakkabı boyamaya nerden başlanır nasıl bitirilirdi? Üşüdü, sabah saatleriydi.   Soğuğu binanın kestiği bir köşe aradı. Sokak poğaçacısı geçerken yanından eliyle minibüs durdururcasına hareket yapıp, fark edilmeyince vazgeçti. Kısa bir ikilem ve iç çatışması 2-3 saniyeliğine ağaç gibi dikti onu yol ortasında. Gözünün buğusu daha iyiydi, yumruklarıyla ovaladığında daha uzun idare ediyordu artık. Kendince rüzgarı kesen bir köşe buldu. İskemlesine oturup, sandığı önüne aldı. Öğlen vaktine kadar orada öylece oturdu, sanki, yap-bozda zorla, uymayan yere sokulmuş bir parça gibi… Karşı kahvehaneden seslendi biri, kendisine miydi anlamadı. Gözleri, dış kapının önünde tavla oynayan insanları seçebildi. Boyacı diye seslenilene kadar oralı olmadı, gitti sonra. İskemlesiyle, sandığını alarak sesi arana arana gitti. Seslenen ondan küçüktü ama o buyur abi dedi. “Şu ayakkabıları bir parlat bakalım” Tabii hemen dedikten sonra bakışmaya başladılar, oyun beklediği için bu durumu uzatmadan “e hadi” dedi ayakkabısını boyatmak isteyen. Ne istedin abi dedi anlamadan, sesinde titreklik vardı. Terlik bekliyordu adam ama bu aklına hiç gelmemişti. Abi dedi al sen benim ayakkabıları, üstüne bas ben hemencik hallederim. Yok yahu olur mu öyle dedi adam, ayakkabılarını çıkardı, tavlayı üzerine koydukları büyük iskemlenin yanlamasına uzanan çubuğuna koydu ayaklarını. Sıkışmıştı, aslında 16 sene önce o da, şimdi burada oturanlar gibi kahvehaneci Burhan Abi’ye ismiyle bağırarak seslenip bir şeyler isterdi. Onu aradı gözleri, yanına gitti, şey pardon dedi, tuvaletinizi kullanabilir miyim? Ağır bir adamdı Burhan, onayladı gözleriyle, kafasını da hafif salladı. Sonra sandığını da yanına alıp tuvalete doğru yöneldi. Gülüşmeler oldu ardından, ona gülüp gülmediklerini bilmeden üstüne alındı. Tahmini bile vardı, iskemleni de alaydın bari filan demişti kesin biri. Ya da… Çıktı, oturdu, başladı. Arada oyunu merak ediyor ama sadece çok gülüşmeler olursa filan o curcunadan istifade ederek izleyebiliyordu biraz. Sorsalardı da anlatsaydı ne güzel tavla oynadığını! Zarların nasıl olur da hep işine yarar şekilde geldiğini görüp şaşakalsalardı. Teker teker oradakileri sıraya dizebileceğini bilseler muhakkak davet ederlerdi ama yok, bu tıfıllar tüy sikletti, boşversindi. Tavladan zar fırlayıp yere düşerken o bu düşüncelere ve ayakkabının parlatılmasına dalmıştı, tavlacılar ve yancıları onun zarı alıp vermesi için göz süzüyorlardı. Elindeki ayakkabının sahibi onu böyle can hıraş uğraşır görünce tedirgin oldu, gözlerini sağındaki solundaki insanlardan taraf hızlıca gezdirip tamam tamam uğraşma o kadar dedi. O, bitiyor demesine fırsat bile vermeden laf ağzına tıkılıp yok yok ver denince ayakkabıları eliyle kavrayıp uzattı, bir hoh çekip terini sildi. Ne kadar diye sordu ayakkabısı boyanan, aynı bakışmayı tekrar yaşadılar. Soru, onun zihninde bir kara delik açmış da tüm kelimelerini içine çekiyormuş gibi kaldı, ve deliği panikle hemen kapattı “Bu seferlik benden olsun abi” Etrafında yakaladığı bakışlardan kaçmak istedi, neden öyle bir şey dediğini bilmiyordu ama neye sebebiyet vereceğini biliyordu. Bakışlar büyüdü… Kaçınılmaz olan isabet etti, ardı kesilmedi. “Abi be o zaman benim ayakkabıları da” “Kardeş benimkileri de bi…” “Babalık cila vursan tamam yeni boyandı zaten” Ayakkabılar yığıldı. O kadar çok ayak açıkta kaldı ki açık hava bile kokuyu örtemedi. Daha yakından ve üstelik bu kokuya bedavaya iş yapmak için bulaştığı için bunalıyordu, nasıl yaptım ki böyle bir şeyi diye içi içini yedi, kafasını yumruklamak istedi, defalarca, durmadan. Bir sigara istedi, vardı sigarası ama istedi. Öyle ortaya söyledi, bakındı hepsine, bu kadarına hakkım var gibisinden. Ayakkabısı ilk boyanan adam “Oğuz! Şişt… Oğuz!!! Abiye sigara ver lan” dedikten sonra Burhan Abi bi tane çay diye bağırarak işaret parmağını salladı, getir benim hesaba yaz gibisinden. Çay gelince kahvehaneciden yüzünü sakladı, şimdi tanır, sarılır, niye tanıtmadın kendini diye söylenip içeri davet eder, nerelerdeydin filan der… Sonra çekinmeden kaldırdı yüzünü. Çayından bir yudum aldı. Çay ile sigarasını yavaşça, angarya işleri de olanca hızıyla yaptı. Günün rengi hafif karaya çalana kadar ayakkabı boyadı, ayakkabı sildi… Haydi hayırlı akşamlar dedi kalkarken, yürüdü uzaklaşırcasına. Bir sokak arasında vücutlarının yarısını çıkarıp kahvehaneye doğru bakışanlar gördü, dönecekti geri, gururuna yediremedi, devam etti. Gizlice baktı, onunla alıp veremedikleri olmalıydı. Görmezden gelmeye çabalayıp kararlı adımlar atmaya çalıştı, ayakları karıncalandı, ağırlaştı. Sigara yaktı. Pıst dediler, biri çocuktu, diğeri genç. Çocuk olan kızdı, genç olan erkek. Kavruk tenliydiler. Gözlerini kıstı genç haza mekanuna dedi, anlamadım? İzheb! Çocuk olanı tekme attı bacağına, la kıf huna! İzheb! İzheb! Boyacı sandığı duruyordu ileride duvarın dibinde, anladı bu saldırının sebebini. Kahvehanede de çok fazla ayakkabı boyayıp dikkat çekmiş olmalıydı. Gocunmadı, üzüldü. Kim bilir ne sanıyorlardı… Ayakkabılarını gösterdi, sonra onların boyacı sandığını. Ne kadar diye işaret yaptı, işaret ve baş parmağını üfeleyerek. Üş lir dedi genç olan, sonra düzeltmeye çalıştı üj lira. Adamın düşüncesi boyatıp piyasayı öğrenmekti başta, hem yardım etmiş olacaktı. Aniden öğrenmiş oldu, vazgeçti. Son bir bağırış duydu, izheb! Eve doğru yılgın yürümeye başladı, boşvermiş. Kafasını kaldırdığında Bira-7 Lira yazısı gördü camda, yürümeye devam edip durakladı, yürümeye devam etti, ellerini cebine attı hemen çıkardı, devam etti, durdu. Cebinde ne varsa çıkardı, avcunun içinde saymaya başladı, 6 Lira 90 Kuruş. Evde sürüsüyle 1 kuruşların olduğu bir poşeti vardı, 10 tanesini alıp geri geldi. Bir bira söyledi. Getirdiler. Bardağı ağzına götürürken geri bıraktı. Boş bakındı az bir süre, aklına bir fikir gelmiş gibi. Tarttı o fikri. Bar kabinine yürüdü elinde birayla, müzikten dolayı utana sıkıla da olsa biraz sesini yükselterek duyulabilecek seviyede bağırdı “Acaba çerez alıp sonra ödesem olur mu” Adam donuk bir ifadeyle çerezliği daldırdı, uzattı, bu seferlik bizden olsun dedi. Çok teşekkür ediyordu ama barmen artık oralı değildi, başka şeylerle ilgilenmeye devam etti. Yerine tekrar geçtiğinde çerez tabağının komple leblebiden ibaret olduğunu fark etti. Gözlerini kapatıp sabır dilercesine çevirdi başını, bir tane bira isteyen birini gördü. Durmadan bakmaya başladı, barmeni, birasını bekleyeni, barmenin birayı getirişini, hatta istenmediği halde çerezin de gelişini… O izlerken adam çerezlerden en uzun olanını ağzına atmışken fark etti üzerindeki bakışı, ne olduğuna anlam veremedi ancak kadehini kaldırarak selam verdi, buna karşılık kafasını sallamakla yetinerek önüne döndü. Leblebiden bir tane alıp ağzına götürdü, kaskatıydı, dişlerinden kayıp içini gıcıklattı. Kapıdan çıkarken, yudum dahi alınmamış bir bira, içi leblebi dolu olan bir çerez tabağı, bir tane leblebi ile 6 Lira 90 kuruş olan bir masa bırakmıştı ardında. Kuruşların hatırası vardı…

Ersin Perk       

26 Ocak 2017 Perşembe

Trendyol ve Yurtiçi Kargonun Rezalet Ötesi Hizmeti!

Trendyol'dan beğenerek iki adet çerçeve tablo ve bir kaç adet daha ürün siparişi verdik. Geldi kargo, çerçevenin birini açtık, görselinde beğendiğimiz gibi değildi ama siteye tabii ki daha canlı, renklerle oynayarak koyuyorlar anlayabiliyorum, sorun diğer tablonun camının kırık olmasındaydı. Normalde iade için Trendyol'a bildirirsin kargoyu yönlendirirler vs. Uzayacak bir iş değil yani... 12.12.2016'da yaptığımız iade talebine bugün itibariyle uzun uğraşlar ve sinir krizlerinden sonra yanıt geldi ve Yurtiçi Kargo hazretleri TRENDYOLUN GÖNDERDİĞİ KIRIK ÇERÇEVEYİ alma lütfunda bulundu. Yani 26 Ocak 2017 tarihinde! Biraz daha öteleseler neredeyse iki aydır Yurtiçi Kargo kırık getirdiği ürünü, Trendyol da kırık gönderdiği ürünü almamış oluyor! Yahu bir buçuk aydır yalvar yakar anca aldılar. Yurtiçi getirdiği ürünü biz oradan iade almıyoruz diye almıyor, yurtiçi merkezi arıyoruz çözeceğiz diyor vs vs. Trendyol zaten dış kapının dış mandalı. Seyirci! Bin defa talep aldı her ikisi de! Bir ara Yurtiçi merkezden mi artık müşteri hizmetlerinden mi ne aradılar, şubeyi ikna edemiyoruz diyorlar iade almaya! Ulan sen Yurtiçi olarak yurtiçi şubene laf geçiremiyor musun?! Ben napayım o zaman! Dedim bu sizin kendi aranızdaki sorun, bana niye anlatıyorsun ki... Lafın kısası, internet üzerinden Trendyol'dan ürün alacaksanız bu örnek aklınızda olsun. Bu da gönderdikleri kırık çerçeve. Eşimin kargoyu nasıl almaya geldikleriyle ilgili aşırı rahatsız edici tweetlerini de görsel olarak ekliyorum! Rezil herifler.



trendyol alışveriş, yurtiçi kargo, trendyol rezalet, yurtiçi kargo rezalet, trendyol sitesi nasıl, trendyol sipariş, trendyol yurtiçi kargo rezalet

trendyol alışveriş, yurtiçi kargo, trendyol rezalet, yurtiçi kargo rezalet, trendyol sitesi nasıl, trendyol sipariş, trendyol yurtiçi kargo rezalet

trendyol alışveriş, yurtiçi kargo, trendyol rezalet, yurtiçi kargo rezalet, trendyol sitesi nasıl, trendyol sipariş, trendyol yurtiçi kargo rezalet

trendyol alışveriş, yurtiçi kargo, trendyol rezalet, yurtiçi kargo rezalet, trendyol sitesi nasıl, trendyol sipariş, trendyol yurtiçi kargo rezalet

Okuduğunuz için teşekkürler.
Ersin Perk

5 Ekim 2016 Çarşamba

Bir Nakliye Dolandırıcılığı

Hani bazı şeyleri televizyonda haberlerden filan izliyorsunuz da sanki başınıza hiç gelmeyecek bir şeymiş gibi geliyor ya, işte öyle birşey... Ben de başıma bu tarz saçma sapan bir olay geleceğini hiç tahmin edemezdim.

Evimi Bursa'dan İstanbul'a taşımam gerekti, haliyle nakliye firmaları araştırdım, aklıma yatanı müsait bir gün eve çağırdım. Telefonda evi, yerini, taşınacağı yer, bulunduğu kat bilgilerini iletince "1500 ama yüz yüze oturur pazarlık yaparız" cevabını aldım. Pazarlıkta fena halde iyilermiş, konuştuğum kişinin kardeşi geldi, fiyatı 2000 liraya taşıdı. Tabii puzzle son parçasında birleşince bunların da aslında bir dümen olduğunu anlıyorsunuz. Nasıl olur dedim, ben 1500 dediğinizde kardeşinize de söyledim, "1500 tamam değil mi bakın başka firma ile görüşmüyorum o zaman!"  Eve gelen arkadaş, bu ev 1+1 gibi gözüküyor ama aslında 2+1 lik eşya var dedi! Abim yanlış anlamış sizi, Anadolu yakası fiyatı vermiş dedi (Anadolu yakasıyla Avrupa yakasının fiyatı neden 500 TL oynuyorsa?) Neyse ben bu esnada başka firma bile bakmadığımı beni nasıl da mağdur ettiklerini filan anlatmaya başladım, bugün dönecektim de başka bir firma nasıl bulurdum, sözünüzde neden durmuyorsunuz, 1500 denildiği halde fiyat nasıl 2000 liraya çıkar gibi çok haklı sözlerimle eziyordum (kendimce!) Ama oltaya geliyormuşum haberim yok. Evime nakliye fiyatı çıkarmak için gelen arkadaş binbir özürle bunun abisinin yanlış anlaması olduğunu, bu fiyata zararlı çıkacaklarını, işlerini bu ücretle döndüremeyeceklerini filan anlatmaya başladı. (Sen haklısın sonuna kadar arkandayım ama ben de haksız sayılmam süreci! Uzun ikna konuşmaları) Peki napalım deyip söylediği ücrete razı olamayacağımı belirten mimiklerle kapıya buyur ettim kendisini. Kıvrak bir manevrayla 1800 yapayım madem, zararıma olacak ama abimin hatası bu, çeksin cezasını diyerek sanki bana bir ödül veriyormuş imajı yarattı sonra. Yeniden kapı yolu gözükünce, 1700 e düştü. Sonra dışarı adımını attığında 1600 de mi veremezsin dedi son çare... Eşimle bir konuşayım dedim, ben dışarıda bekliyorum o halde dedi. Eşimle konuşurken de dakikada bir ısrarla aradı. Cevabım yine olumsuz oldu. Bunun üzerine yeniden bir beş dakika sonra telefon, "Biz araç hazırlamıştık 15:00 gibi gelecekti, madem öyle seni de mağdur etmeyelim, abim de bundan sonra böyle yapmaması gerektiğinin dersini almış olur hem, 1500 e götürelim" dedi. Peki o zaman dedim sözleşme imzaladık. Kapora için ısrarcı oldu, yanımda yok hem ATM de uzak dedim, biz seni araçla bırakalım deyince olumsuz cevap da veremedim, hem sözleşmede de kapora maddesi vardı gidiverdim. 500 lira çekip kendisine verdim. Kapora alınıp beni eve bıraktıklarında o an onlar için bittim, sonrasında köpek muamelesi. Nakliye aracını getirecek arkadaş 15:10'da arayıp 2 saatlik yolunun olduğunu Bandırma civarında olduğunu iletti. Hemen aradım, hani araç hazırdı 15:00'de geliyordu dedim, bi on dakika bekle hallediyorum dedikten sonra kaç on dakikalar geçti, sonra ben aradım. (defalarca aramama rağmen telefonuma çıkmadı) İlk başta görüştüğüm abisini aradım "Çok geç olacak öyle" dedim, "Yav ne geç olcak geliyor işte galavulu galavulumhsckjsz..." gibi birşeyler söyleyip kapattı telefonu. Bu arada bu arkadaşların ünvanı - Bursa Uludağ Nakliyat - siteleri - www.bursauludagnakliyat.com 

Uzun bekleyişin ardından nakliye aracı geldi. İki kişi çıktı içinden, ben de içimden hesap kitap yapıyorum bunlar nasıl yetiştirecekler iki kişi, buzdolabı, çamaşır makinası filan ağır eşyalar nasıl inecek. Çıktılar eve, dedim hani koli, hani köpükler, ikiniz mi taşıyacaksınız, ne kadar sürer bu iş filan filan... Sonra site yönetimi asansörleri kitledi asansörle taşımasınlar eşyaları diye, sitede yasak. Genişçe bir yük ve olası yangın anı için yapılmış merdivenler var taşıma için. Film tam da bu noktada koptu. Yani zaten ben kaporayı vermesem bu amatörlüğü ve verilen hiçbir sözün tutulmayışı karşısında çoktan vazgeçeceğim iş, bu noktada iyice şarampole yuvarlandı. Vay biz asansörsüz nasıl taşıyalım? Ben ne bileyim? Ben mi dedim iki kişi gelin diye. Ayrıca iki kişi ile bu işe kalkışıp beni iki saat eşyaların kolilenmesi için, iki saat de taşınması için bekletecektiniz, böyle amatörlük pespayelik mi olur!  

Olayın devamı komik, asansör yoksa biz taşımayız diyen nakliyeciler, anlaştığım kişilerin "Sen şimdi asansörü açtırıyon mu açtırmıyon mu (sanki benim elimde) açtırmıyorsan, ben asansör kurdurtcam ekstra 500 lira daha vereceksin. Vermiyon mu? O zaman çekiyorum nakliyecileri! Kaporanı mı, onu da vermiyorum!" Anlatırken arada reklamlarını da yapayım - Bursa Uludağ Nakliyat - Dolandırıcılıkta Bir Numara.

Bitti miiii, BİTMEDİİĞĞĞ... 

Nakliyeci gençler kapıma dayanıp paramızı ver diye üstüme yürüdü, ben neyin parasını istiyorsunuz eşyamı taşımadınız ki dedim, biz paramızı almadan gitmeyiz diye tehditvari hareketler, durun o zaman polis çağırıyorum, çağırırsan çağırlar filan... Kapıyı alelacele kapattım.

Çeşitli telefon konuşmaları, karşılıklı restleşmeler, taşımıyorsanız kaporamı getirinler, kaporanı vermiyorumlar, vermiyorsanız ilgili yerlere başvururumlar, istediğin yere şikayet etler! den sonra bir yabancı numara arıyor.

Numara, kapıma gelen nakliyecilerin asıl patronu. Benim anlaştığım arkadaşlar komisyon karşılığında başka bir nakliye ile anlaşmış o arıyor yani.

Olayın aslında özü şu: İlk görüştüğüm nakliyeciler bir tezgah kurmuş, kiminle telefonla konuşuyorsan o bir fiyat veriyor düşükten daha sonra diğeri gelip "Kardeşim senin dediğini yanlış anlamış, hem eşya da çok, biz de bu işte şöle iyiyiz böle iyiyiz, diğerleri kırıp döker biz profesyoneliz" filan diye fiyatı yukarı çekmeye çalışıyor. Siz işlerinizin hallolmasını istiyorsanız ya da aceleniz varsa, diğer firmaları da elemişseniz el mahkum ikinci söylenen fiyata "eyvallah" diyorsunuz. Yook, kabul etmez de dişlerinizi gösterirseniz, bari şu fiyata olsun, size şu fiyat denmiş madem diye size ödül mahiyetinde azıcık fiyat kırıyorlar (ama yine ilk verdikleri fiyattan epey yüksek söyleniyor.) Baktılar siz kabul etmiyorsunuz, aracımız geldiydi de mağdur olmayalım, sizin de işiniz görülsün diye ilk fiyata bağlanıyor iş. Yüksek fiyattan kabul ederseniz onlar için ne ala, etmezseniz zaten ilk fiyat cepte (çaktın mı dümeni) He, zaten işi alırlarsa kendi araçları yok, onlar da komisyon alıp alelade bir nakliyeciye paslıyor işi, amatör mamatör, eşyanızın emin ellerde olup olmayacağının garantisi yok. 

İşi komisyonla bağladıkları nakliyeci adam (taşımaya gelenlerin patronu) beni arıyor, diyor ki benden de 300 lira komisyon aldılar, 400 mazot verdim beni de 700 lira dolandırdılar, ikimiz de mağdur olduk gel sen eşyanı yine bize taşıt İstanbul'a bari elimiz boş gitmeyelim. Ben dedim bu işten soğudum, zaten sözleşmem de var, elimden geleni yapıcam mahkemeye vericem. Olur dedi, beraber verelim. İşi detayıyla anlattım, şaşırdı. Meğer bu Bursa Uludağ Nakliyat denilen ne olduğu belirsiz firma onlara eşyanın İzmit'e gideceğini söylemiş (Haydaa) ve iş bitiminde benden 1500 lira alacaklarını iletmiş (ben kapora 500 verdiysem, 1500 e anlaştıysak kalan para 1000) Sadece beni değil adamı da aldatmış, kandırmışlar. Firma ile ilgili yorumlara baktım sikayetvar.com'dan , birkaç kişi nakliyecilerin eşyaları rehin alıp fazla para istediğini yazmış. (incelemek isteyene burda https://www.sikayetvar.com/uludag-nakliyat-bursa burada da anlattığım şekilde bir örnek daha mevcut http://www.alosikayet.com/bursa-uludag-evden-eve-nakliyat-ev-esyamizin-teslim-edilmemesi.html ) Halbuki nakliye fazla para istemiyor, bu dolandırıcılar iki tarafa farklı fiyat söyleyip aradan sıvışıyor, sonra ortalık kızışıyor. Benden alıyor 500 lira kapora, işi pasladığı nakliyeciden alıyor 300 komisyon, elini bile oynatmadan 800 lirasını alıp yoluna bakıyor. Böyle bir hokkabazlık var mı sayın abim... Hayırlı işlerrr...   


Ersin Perk

Bursa Evden Eve Nakliyat, Bursa Uludag Nakliyat, Bursa Uludağ Nakliyat, bursauludagnakliyat, Evden Eve Nakliye, İstanbul Evden Eve Nakliyat, Nakliye Şirketleri, Rıdvan Kayacı, Taşıma Şirketleri,

Edit: Firma bu yazıma yorum olarak ağza alınmayacak küfürler yazmış ve sanki onlar çok iyiymiş de ben onları kötülüyormuşum gibi bir hava estirmiş. Aşağı benden sonra yalnızca ŞikayetVar'a kendileri için gelen şikayetleri sıralıyorum, iyiler mi kötüler mi okuyanlar karar verir artık...

Uludağ Nakliyat Bursa Eşyamı 3 Gün Rehin Alıp Ekstra Para İstediler!


Uludağ Nakliyat Bursa Pişmanlığı


Uludağ Nakliyat Bursa Parayı Alıncaya Kadar Çok Nezaketliler!


Uludağ Nakliyat Bursa Eşyalarımın Çoğunu Kırdılar Polise Şikayet Et Diye de Belirttiler!


Uludağ Nakliyat Bursa Yanıltan Bir Firma


Uludağ Nakliyat Bursa Ev Taşımada Yaşanan Problem!


Uludağ Nakliyat Bursa Uludağ nakliyat Firmasına Bir Şey Taşıtmamak Gerekiyormuş!


Uludağ Nakliyat Bursa Evden Eve Taşıma Sırasında Kaybolan Eşyalarım!



Uludağ Nakliyat Bursa Deneyimsiz İşci, Kaba Tavır ve Yerine Getirilmeyen Söz



Uludağ Nakliyat Bursa Çizik Olmayan Eşyam Yok!


Uludağ Nakliyat Bursa Şikayetçiyim


Uludağ Nakliyat Bursa Sürekli Ek Ücretler İsteniyor!


Uludağ Nakliyat Bursa Kaporayı Aldı Telefonlara Bakmıyor!


Uludağ Nakliyat Bursa Evi Yükledikten Sonra Tehdit Ve Şantajla Sözleşme Dışında Para Alıyor


Uludağ Nakliyat Kıymetli Eşyalarımın Alınması!


Uludağ Nakliyat Bursa Söz Verip Yerinde Tutmaz




20 Ağustos 2015 Perşembe

ÖYKÜ - Bir El

11 Ağustos 2008 terör saldırısında kaybettiğim silah arkadaşlarım ve komutanlarımın anısına... 


Biri İstanbul biri Kahramanmaraş diğeri ise Bursa olmak üzere aynı zaman dilimi ve gündeki üç kişi işlerine gitmek üzere yola koyulmuşlardı, hepsi de başka başka işler yapıyorlardı... Biri beyaz eşya tamiriyle uğraşıyordu, diğeri araç kiralama işindeydi, öbürü ise bir mağazada tezgahtarlık yapıyordu... Hepsi de sabahın verdiği mahmurluk ve işe gidiyor olmanın verdiği cansıkıcılıkla ilerlerken, başları, yürüdükleri zeminden bir an olsun kalkıp da geri indiğinde irkilerek durdular! 11 Ağustos 2013 tarihinde, saatler 08:27'yi gösteriyorken bir el, bu üç farklı şehirdeki üç insan irkildiğinde zamanı tam da orada durdurdu...


11 Ağustos 2008

Yazar, yüksek bir tepede, hava hafif kararmışken, bir kum torbasının üzerine oturmuş, dalgın vaziyette, hiç adeti olmasa da başka bir kum torbasına tarih atıyordu... Az önce tutuşturdukları odunlardan yükselen alevler yüzünü aydınlatıyordu... Evinin özlemini duydu içinde, sonra, evine dönemeyecek arkadaşlarını düşündü, daha da sonra, düşünmemeyi tercih etti... Kafasının karışık olduğu çok belliydi, bir şeylerden endişe duyuyordu...



11 Ağustos 2008 günü sabahı

Bıkmıştı, her gün aynı şeylerin olmasından bıkmıştı... Aynı saatte yatıyor, aynı saatte kalkıyor, sonra görev bölgesine aynı sayıda arkadaşıyla çıkıyor, aynı yerleri gözetleyip, aynı saatte yine geri dönüyor, sabah kahvaltısını yapıp yatıyordu... Bu döngüden bıkmıştı, bunu yüksek sesle söylemekten de hiç çekinmedi... 8 aydır farklı bir şey yapmıyordu... Bu durumdan sadece o rahatsızmış gibi hissetti, bu hisden daha da sıkıldı... Görev için çıktıkları tepeden iniyorlardı, tepenin eteklerine yayılmış karakolu koruyorlardı, aman Allah'ım diye düşünüyordu içinden, saldırıya bu kadar açık bir alanda karakolun ne işi var! Bir önceki günün akşamı saat 7 de çıkmışlardı görev yerlerine, şimdi ise saatler sabah 7:12 yi gösteriyordu, aradaki zaman uykusuz geçtiği için üzerlerini dahi değiştirmeden kahvaltıya geçmeyi yeğliyorlardı, çadırdan bozma adına gazino denilen yere kahvaltı için girdiler, tabldotu elinde, sıraya geçti, sıra kendisine geldiğinde kahvaltıyı kimin dağıttığına dahi bakmazsızın geçti hızlıca masaya, biraz sonra arkadaşının kızgınlığını duyup, gülümsedi herkesle birlikte, sobaya ekmek koymuş kızarsın diye, bir uyanık da araklamış... Televizyon açıldı, kimse 40 masalık, her bir masanın 6 sandalyesi de dolu ortamda televizyondan çıkan sesi anlamasa da görüntülerine bakıyordu işte. Evde olsalardı eğer kendi istedikleri kanal açılmasa hır çıkaracak bir dolu insan vardı ama herkes burada kaderine razı geliyordu... Çayından bir yudum aldı, ılıktı, buna şaşırmadı, ekmeğine yağ sürmeye çalıştı, bıçağı bir yerde takıldı, yağ hareket etmiyordu, ekmeği parçalandı, buna da şaşırmadı... Ön sıralardan bir bağrışma sesi duydu, buna şaşırmıştı işte, bir el, zamanı o anda durdurdu... Çok yanlış zamanlamaydı, kalbinde korkunç bir acı hissediyordu!



10 Ağustos 2008 akşamı

Tepeye bir kaç kilometre yürüdükten sonra çıkmışlardı, geldik dedi arkadaşına, yine geldik! Sabaha kadar bekleyecez, dünden ve ya önceki günden ya da daha öncesinden hatta ilk geldiğimiz günden bugüne kadar geçen zamanda olduğundan farklı hiç bir şey olmayacak! Belki sen dedi, bana yeni bir anını anlatırsın ve ya ben unuttuğum bir anım varsa sana anlatırım... Hatta belki dün olduğu gibi ikimiz de anlattığımızı unuttuğumuz bir anımızı tekrar anlatmış oluruz! Ne güzel gece çıkıp sabah indiğimizde de yatıyoruz abi, günler böylece çift çift atmış gibi oluyor, senin sinirlerin bozulmuş biraz, istersen bir revire çık ha? diye cevapladı arkadaşı, istemiyordu gitmek, hem çok revire gidip istirahat alıyor diye onunla dalga geçen onlar değil miydi! Boşu boşuna oradalarmış gibi hissediyordu, amaçsız şeyler ruhuna aykırıydı, artık gece görüşleriyle yakaladıkları görüntüleri bile bildirmiyorlardı hem! Ne diye oradalardı! Boşvermişlerdi çoktan, her aldıkları görüntü ciddiyete alınmaksızın "Domuzduur" diye geçiştiriliyordu. Bu yılgınlığı duyumsarken gözlerini tek bir noktaya dikerek pür dikkat karşı köyü incelemeye başladı, gece görüş dürbününe de gerek yoktu, yükselen, her bir tepeden görülebilecek alevlerdi!..


11 Ağustos 2008 günü sabahı gazinoda yapılan kahvaltı daha önce yapılan hiç bir kahvaltıya benzemiyordu... Bir el durdurduğu görüntüye yakın plan bir kamera tutmak istedi, televizyon vardı, oraya koymak için hep beraber uğraşmışlardı, bölük komutanının defalarca yok diyerek azarlamasına rağmen kendi ceplerinden toplayarak alacakları sözünün altını defalarca kere, çok önemliymişçesine çizip, söz vermişlerdi, televizyon kavgası yaşanmayacaktı... Para veremeyen arkadaşlarını da zorlamayacaklardı, sözdü! Almışlardı sonunda işte televizyonun hikayesi buydu, keşke gerçekten o kadarla kalsaydı! Ön sırada az sonra çarşıya gitmeyi bekleyen bölük komutanının şoförü vardı, İstanbullu'ydu, araba kiralama işindeydi, o gün için çarşı izni almıştı, komutanı onu ararken ve aratırken tehlikeyi farketmiş,bir yerlere saklanarak iznini iptal etmesini engellemişti, şimdi dondurulan görüntüde acınacak haldeydi, görebilseydiniz birden fazla duygunun yüzündeki yansımasını görebilirdiniz... Daha ortalarda herkes askeri üniformalıyken kendisi pijamalı olan biri gözüme çarpıyor, yeni uyanmış ve ilaç saatini geçirmemek için gelmiş, yedikten sonra hemen yatmayı planlıyordu, çok kötüydü, şimdi ise ayakta elindeki çatal yere düşer bi vaziyette donmuş bekliyordu... En arka masalardan birinde ise önünde kahvaltı tabağı bile olmayan biri vardı, herkes yiyorken o ne yapıyordu ki boş boş, sabah keşif ekibiyle gideceği için alelacele kahvaltısını edip çıkmıştı oradan aslında ama araçtaki planlamadan ötürü gelmemesine karar verilmişti, nerede vakit geçirecekti, iki laflardı arkadaşlarıyla, ne de çok istiyordu aslında gitmek, iki insan yüzü görürdü, belki güzel bir kız da görürüm diye ümitleniyordu, şimdi, kıpkırmızı kesilmiş bir halde durmuş görüntüdeki mimiklerinden anladığımız kadarıyla bağırıyordu! Kimisi yerlerde, kimisi masayı devirmiş bir halde, kimisi koşarken görülüyordu, uzunca bir çadırın içinde, dünyanın en büyük kargaşalarından biri vardı, biri buna dur diyebilseydi, diyemedi...

11 Ağustos 2008 günü sabahı, askerler görevlerini sabah grubuyla değişmeden önce, hava daha yeni yeni aydınlanmaya karar vermişken...

Karşı köyde yükselen alevlerin keşfi yapılacaktı, Alp Jandarma Karakolu'ndan iki araç nizamiye kapısına doğru yöneldi... Nöbetçi açmıyordu kapıyı!

-Komutanım da gelecekmiş, araçları bekletin dedi...
-Çocuğum tüm komutanlar burada.
-Tabur komutanımız komutanım!

Emir büyük yerden... Beklediler... Araçtaki herkesin aklında tek soru vardı "Ama tabur komutanının bu derece basit bir olayda gelmesine ne gerek var" Sorunun cevabı herkes için aynıydı ama bilinemezdi... O ise canının çok sıkıldığını mırıldanmıştı geldiğinde...
Araçlar, hazır olduğunda harekete geçti...

Tabur komutanı fazlalık olduğunu araçlar hareket eder etmez fark etti, bir eri yer açılsın diye araçtan bile indirmişti, durunamıyordu bi tuhaflık vardı... Sorular sormaya başladı,

-Yüzbaşım şoförünüz?
-Komutanım, dün çarşı izni istemişti, izin verdim ama sabah bulamayınca mecbur...
-Hımm, anladım. Şoförlüğü iyi bu arkadaşın da ama.
-İyi maşallah komutanım.
-Araç muhafızınız da değişmiş?
-Revire çıkmıştı, 2 günlük istirahat vermiş üstteğmen komutanım. Gitmeyecekti de ben zorla yolladım, alnına dokundum yanıyordu çocuk, titremesinden anladım.
-İyi yapmışsın yüzbaşım, hastalık bu Allah korusun. Şey peki, he tamam tamam, onu ben indirmiştim ya doğru...
-İyi misiniz komutanım?
-Bunalıyorum Yüzbaşım, duramadım sıkıntımdan sizinle geleyim dedim, biraz temiz hava iyi gelebilir...

11 Ağustos 2008
Yazar, yüksek bir tepede, hava hafif kararmışken, bir kum torbasının üzerine oturmuş, dalgın vaziyette, hiç adeti olmasa da başka bir kum torbasına tarih atıyordu... Her günün aynı olmasından şikayetçi olduğu ana lanet etti, ne vardı, böyle şimdi daha mı iyi olmuştu!.. Alevler yüzünü aydınlatıyordu... En son gördüğü alevlerin ucu kötü yerlere gitmişti, alevlere tavır almışçasına yüzünü çevirdi, sessizlik çıldırtacak gibi oldu... Sessizlik düşüncelerini daha net duymasını sağlıyordu, 10 mevzi ve her mevzideki iki kişi, ana mevzide duran 2 komutan artı 2 asker, tüm bunların toplamından çıt bile çıkmıyordu! Rüzgar bile yapraklara değmeden geçiyor olmalıydı, ateş, sessizce yanıyordu, kabahatli gibi!


11 Ağustos 2008 günü sabahı havanın kısmen aydınlandığı saatler.

Keşif için köye doğru yol alan araçta sessizlik hakimdi, kimseden çıt çıkmadı... Gürültüyle patlarken bile... Kimse, paramparça olan araçta sağ çıkmadı... Parçalar halinde siyah büyük poşetlerle toplandılar etraftan, toplayan askerler gözyaşlarıyla titreye inleye kimi zamanda kusarak akıllarına mukayyet olmaya çalışıyorlardı. Başçavuş, her zamanki soğukkanlılığıyla geziniyordu olay yerinde, bu duygusuz olmasından değil, senelerdir sürdürdüğü askerlik yaşamında bir çok ağır olayla karşılaşmasından dolayıydı. Bir şey arıyordu! Aranıyordu durmadan, narkotik köpeği edasıyla kah yere yatıyor kah ayağa kalkıyor yerinde duramıyordu, sonra buldu, cebine attı, tabur komutanının rütbesiydi bu... Alevler komutanım! Neden çıkmış öğrenemeyeceklerdi, ama ne için çıktığı artık belliydi. Keşif yapılacak köye tek bir yol vardı giden, varmalarına 1,5 kilometre kala mayınla havaya uçurulmuştu araçları, kayalara vursan bükülmeyecek silahları yamulmuş türlü şekillere girmişti, karşılarına en yırtıcı hayvanı çıkartsan titremeyecek kalpleri durmuştu, gökler dile geldi, sağanak bir yağmur başladı, çok kirlettiniz dünyayı diyordu, gökler dile geldi, şimşekler çakarken, tehdit ediyordu, elbet bir gün görüşeceğiz diyordu! Bir asker en yakın arkadaşının kopan başını tutuyor halde düşmüş bayılmıştı...
O sırada bir el, 11 Ağustos 2008 gününün sabahında gazinoda durdurduğu zamanı tekrar oynatmaya başladı, çok yanlış zamanlama, kalbimde korkunç bir acı hissediyorum! Televizyonda tek tek yüzler görüyordum, o an etrafımda kendilerini yere atanlar, gözyaşlarıyla kafasını masalarına vuranlar, ağzından tükürükler saçarak saçlarını yolanlar ağır çekim film gibiydi, sadece ben normal hızda hareket ediyordum, aralarından geçtim, televizyona hiç bu kadar yakın olmamıştım ama sesini her zamankinden daha az duyuyordum, resimler aktı gitti defalarca, araca binenler içinden yalnızca bir kişinin yüzünü göstermemişlerdi! Çok sarsılmıştık, ben içimden her günün aynılığına dair yaptığım sızıntılarıma lanet okuyordum, daha koğuştan kokularının silinmediği arkadaşlarımın televizyonda dönen fotoğraflarına bakıp ağlamaya başladım... Diz çökerek kapaklanmış, hareketsiz durduğundan şoka girdiğini anladığımız, üzüntüsünden kendisine zarar verenleri zaptetmeye koyulduk toparlandığımızda... Bazılarını revire taşımak zorunda bile kaldık...

Şimdi, bir el 11 Ağustos 2013 tarihinde, saatler 08:27'de iken durdurduğu anı devam ettirdi, gördükleri doğru olamazdı... Arkalarını dönüp kontrol etmek bile istemediler, o araçta kendilerinin olmaları gerektiğini anımsadılar yüzlerce-binlerce kere anımsadıkları gibi... Bir el müdahale etmişti bu besbelliydi! Zamanları daha gelmemişti...

Ve, bir el, satırları sonlandırdı...



Ersin PERK




öykü, erzincan kemah, terör saldırısı, 11 haziran 2008
http://www.milliyet.com.tr/yola-dosenen-mayin-askerler-gecerken-patladi-----asker-yarali/gundem/gundemdetay/11.08.2008/977192/default.htm
Tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim. Silahsız, kirli siyasete insanların kurban olmadığı bir dünya temennisiyle... 



28 Nisan 2015 Salı

Ben Bir Dumur Ağacıyım Gülhane Parkında

Yazar burada herkesin hayatına kimse karışamaz özgürlüğü bidir'in altını çizecek. İnsanlar nefret doldular, özellikle de birbirlerini seven insanlara. Nedeni sanırım kendilerine sevme-sevilme hakkı tanınmamış olması, -bununla evleneceksin "tamam"- onun hayatı bu cümle bu cevap kadar. İstiyor ki herkes onun gibi sevmeden evlensin, kimse huzurlu olamasın, sevmediği erkekten-kadından olan çocuğunu sevmediği gibi, diğer insanlar da çocuklarını sevmesin… Herkes pervasızca bir diğer insanın yaşamına karışır oldu, ya bırakın el ele tutuşmayı, sarılmayı, sevgilimle gülerken "ayıp ayıp" diye bir teyze geldi, ne oldu teyze dedik "sizin neneniz yok mu" dedi, "var teyze onunla da gülüyoruz biz?" Şerefsizler vs vs diye hakaret ede ede gitti sonra. Neden yaşıyoruz tüm bunları? İyice atış serbest oldu çünkü, cesaret geldi, neyin hıncı ama bu? Neden insanlar bu kadar kolay taciz edilmeye başlandı? Beş para etmez insanlar, içini görsen lağımdan beter, yaşayışında ahlaklı tek nokta göremezsin kolayca gelip yanına şöyle yapmayın ayıp diyebiliyor (sen kimsin ulan?) Sevgilimle Kültür Merkezi'nden ders çıkışı yağmura yakalanıp  merkezin önüne sığınıyoruz, alan dar ben belinden tutuyorum yüz yüzeyiz, güvenlik içeriden çıkıp sataşıyor, o bozuk ağzıyla herkesin içinde bize "burası kümtür merkezi harakötlörünüze tikkat edin" diyor. Sen önce kültür demeyi öğren dingil diyemiyoruz tabii, ne de olsa bir şekilde orada güvenlik görevlisi olmuş, binbir bahaneyle kendini haklı çıkartabilir, sustuk. (Sustuk derken o an sustuk, sonra güzel bir dilekçeyle taşıyabildiğimiz her kuruma taşıdık bu görevli tacizini. Bir iki hafta sonra daha da görmedik bu arkadaşı akıbetini bilmiyoruz) Otobüste yan yana durursun, genşler hareketlerinize dikkat edinci amcalar yanaşır. Yahu duruyoruz öylece zaten? Neden şimdi bu üç kuruşluk herif gelip benim sevdiğim kadının gözlerinde yaşa neden olabiliyor ki? Boğazına sarılıp boğsan suçlu olursun, cevap versen ne cevap vereceksin bu ucuz insana… Sonra “gençler duruyor öyle kardeşim ne rahatsız ediyorsun” “bir şey yapmıyorlardı ki”cilerle “gönçler de harokotlorono dokkat ödöcök canom cık cık”çılar çıkacak ortaya. Cahilliğin dibine ekmek banıp seni yargılayanlar daha çok sinirlerinle oynayacak sabır çekeceksin. Geçen haftalarda sevgilim hadi dedi seni bir yere götürcem, Gülhane Parkı’nın içinden geçince hemen karşıda bir çay bahçesi varmış, gittik, güzeldi oturduk orada biraz. Dönüşte yine parkın içinden geçerken dedim gelirken zaten buradan yürüdük, gel şu taraftan gidelim oraları da görelim. Gitmez olaydık. Surların dibindeki çardakların her birinde bir çift, bu çiftlerdeki kızların hepsi de türbanlı, geçen insanlardan rahatsız olmadan sevişiyorlar öylece! (zaten çok az insan geçiyor tenha bi yer) Donakaldık! O kadar rahatlar ki çocukların bir elleri kızların göğüslerinde, başka bi yerlerinde! Gittik görevliye şikayet ettik sonra, haberiniz var mı diye sordum önce, var dedi kafasını öne eğdi. "Baş edemiyoruz ki!" dedi... Burada anlatmak istediğim kapalılar şöyle-böyle filan değil, anlatmak istediğim insanları dış görünüşlerine göre yargılamamak. Sen kızını kapatıyorsun, sonra gidip durduk yere başka insanları yargılıyorsun, günahlarını alıp morallerini bozuyorsun. Ama kendi kızın-oğlun neler yapıyor haberdar değilsin. Başı açık diye günahkar, başı kapalı diye melek olmuyor insanlar. En azından, Allah’a oynuyorsunuz ama kandırabildiğinizi hiç sanmıyorum. Bu kadar…

Ersin Perk



gülhane parkı
Gülhane Hatırası

13 Nisan 2015 Pazartesi

Öykü - ELİM - Yazan: Tülay Işıkdemir

Tülay Işıkdemir, öykü, hikaye, elim
Görsel Çizimi:Ersin Perk














     ELİM                       

   
Nerde kalmıştı ? Evet… Bu muhteşem tabloyu izliyordu. Etrafta bir sürü yüzün gürültüsü, kendisine bir sabah alarmı kadar anlamsız geliyordu. O, sadece izlediği sanat eserine odaklanmıştı.
  
    Renk ne kadar da kusursuzdu. Hiçbir fırçanın elde edemeyeceği bir karışım olduğuna inandı o an. Dokunmak istedi, acaba etraftaki onlarcası ne der, diye düşünmeden. Her bir dokusunu hissetti parmaklarında. Anlamaya çalışıyordu. Bir eser nasıl bu kadar güzel olabilirdi… Çizgileri öyle kesin, öyle yaşanmışlık doluydu ki; parmaklarını bu çizgilerde gezdirirken binlerce şimşek çaktı zihninde.

    Önce en belirgin olana dokundu. Buna dokunduğunda, kırk sekiz yıl önceye gitti. Bir parkın küçük gölü üzerine yapılmış tahta bir köprüdeydi şimdi. Saçları daha gür, daha canlıydı ve sesi daha az titriyordu konuşurken. İlerde, burnunu kollarına silen  bir çocuk onlara bakıyordu. İçinde garip bir heyecan vardı ve mutluydu ilk çizgide.

    Sonra, ikinci çizgiye; daha az belirgin olana dokundu. Bu kez otuz sekiz yıl öncesine götürdü, bu akıllara durgunluk veren güzellikteki tablo onu. Bir kalem vardı elinde; gereksiz abartılı, kocaman bir kalem. Tam karşısına baktı; saçları elindeki kalemden daha abartılı bir kadın, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle onlara bakıyordu. Çok gergindi, ama mutluydu ikinci çizgide de…

    Tabloya döndü tekrar. Birinin ağladığını duyduğunu sansa da, gözünü alamıyordu bu şaheserden. İlk bakışta ayırtına varabildiği çizgilerden en az belirgin olanına dokunuyordu şimdi. Üç saat öncesindeydi. Etrafında bir sürü yüz vardı ve o, bu muhteşem tabloyu izliyordu. Gözlerini ve ellerini ondan ayıramıyordu. İlk kez kırk sekiz yıl önce aynı renge ve canlılığa dokunduğunda ya da otuz sekiz yıl önce bu çizgileri hissettiğinde de heyecanı aynıydı. Fakat şimdi garip bir duyguydu büründüğü; hayranlıkla karışık bir yarım kalmışlık…

    Birinin ağladığını duyduğunu sansa da bakmamıştı o yana, biraz daha tadını çıkarmak ister gibi. Biri omzuna dokunuyordu ağzından zorla çıkan iki kelimeyi ona vermek için : Hastayı kaybettik.

    Şimdi, üç saattir buradaydı. Otuz sekiz yıllık kocasının, hayran olduğu elleri ter içinde kalmıştı.

Tülay Işıkdemir