Biri İstanbul biri Kahramanmaraş
diğeri ise Bursa olmak üzere aynı zaman dilimi ve gündeki üç
kişi işlerine gitmek üzere yola koyulmuşlardı, hepsi de başka
başka işler yapıyorlardı... Biri beyaz eşya tamiriyle
uğraşıyordu, diğeri araç kiralama işindeydi, öbürü ise bir
mağazada tezgahtarlık yapıyordu... Hepsi de sabahın verdiği
mahmurluk ve işe gidiyor olmanın verdiği cansıkıcılıkla
ilerlerken, başları, yürüdükleri zeminden bir an olsun kalkıp
da geri indiğinde irkilerek durdular! 11 Ağustos 2013 tarihinde,
saatler 08:27'yi gösteriyorken bir el, bu üç farklı şehirdeki üç
insan irkildiğinde zamanı tam da orada durdurdu...
11 Ağustos 2008
Yazar, yüksek bir tepede, hava hafif
kararmışken, bir kum torbasının üzerine oturmuş, dalgın
vaziyette, hiç adeti olmasa da başka bir kum torbasına tarih
atıyordu... Az önce tutuşturdukları odunlardan yükselen alevler
yüzünü aydınlatıyordu... Evinin özlemini duydu içinde, sonra,
evine dönemeyecek arkadaşlarını düşündü, daha da sonra,
düşünmemeyi tercih etti... Kafasının karışık olduğu çok
belliydi, bir şeylerden endişe duyuyordu...
11 Ağustos 2008 günü sabahı
Bıkmıştı, her gün aynı şeylerin
olmasından bıkmıştı... Aynı saatte yatıyor, aynı saatte
kalkıyor, sonra görev bölgesine aynı sayıda arkadaşıyla
çıkıyor, aynı yerleri gözetleyip, aynı saatte yine geri
dönüyor, sabah kahvaltısını yapıp yatıyordu... Bu döngüden
bıkmıştı, bunu yüksek sesle söylemekten de hiç çekinmedi... 8
aydır farklı bir şey yapmıyordu... Bu durumdan sadece o
rahatsızmış gibi hissetti, bu hisden daha da sıkıldı... Görev
için çıktıkları tepeden iniyorlardı, tepenin eteklerine
yayılmış karakolu koruyorlardı, aman Allah'ım diye düşünüyordu
içinden, saldırıya bu kadar açık bir alanda karakolun ne işi
var! Bir önceki günün akşamı saat 7 de çıkmışlardı görev
yerlerine, şimdi ise saatler sabah 7:12 yi gösteriyordu, aradaki
zaman uykusuz geçtiği için üzerlerini dahi değiştirmeden
kahvaltıya geçmeyi yeğliyorlardı, çadırdan bozma adına gazino
denilen yere kahvaltı için girdiler, tabldotu elinde, sıraya
geçti, sıra kendisine geldiğinde kahvaltıyı kimin dağıttığına
dahi bakmazsızın geçti hızlıca masaya, biraz sonra arkadaşının
kızgınlığını duyup, gülümsedi herkesle birlikte, sobaya ekmek
koymuş kızarsın diye, bir uyanık da araklamış... Televizyon
açıldı, kimse 40 masalık, her bir masanın 6 sandalyesi de dolu
ortamda televizyondan çıkan sesi anlamasa da görüntülerine
bakıyordu işte. Evde olsalardı eğer kendi istedikleri kanal
açılmasa hır çıkaracak bir dolu insan vardı ama herkes burada
kaderine razı geliyordu... Çayından bir yudum aldı, ılıktı,
buna şaşırmadı, ekmeğine yağ sürmeye çalıştı, bıçağı
bir yerde takıldı, yağ hareket etmiyordu, ekmeği parçalandı,
buna da şaşırmadı... Ön sıralardan bir bağrışma sesi duydu,
buna şaşırmıştı işte, bir el, zamanı o anda durdurdu... Çok
yanlış zamanlamaydı, kalbinde korkunç bir acı hissediyordu!
10 Ağustos 2008 akşamı
Tepeye bir kaç kilometre yürüdükten
sonra çıkmışlardı, geldik dedi arkadaşına, yine geldik! Sabaha
kadar bekleyecez, dünden ve ya önceki günden ya da daha öncesinden
hatta ilk geldiğimiz günden bugüne kadar geçen zamanda olduğundan
farklı hiç bir şey olmayacak! Belki sen dedi, bana yeni bir anını
anlatırsın ve ya ben unuttuğum bir anım varsa sana anlatırım...
Hatta belki dün olduğu gibi ikimiz de anlattığımızı
unuttuğumuz bir anımızı tekrar anlatmış oluruz! Ne güzel gece
çıkıp sabah indiğimizde de yatıyoruz abi, günler böylece çift
çift atmış gibi oluyor, senin sinirlerin bozulmuş biraz, istersen
bir revire çık ha? diye cevapladı arkadaşı, istemiyordu gitmek,
hem çok revire gidip istirahat alıyor diye onunla dalga geçen
onlar değil miydi! Boşu boşuna oradalarmış gibi hissediyordu,
amaçsız şeyler ruhuna aykırıydı, artık gece görüşleriyle
yakaladıkları görüntüleri bile bildirmiyorlardı hem! Ne diye
oradalardı! Boşvermişlerdi çoktan, her aldıkları görüntü
ciddiyete alınmaksızın "Domuzduur" diye
geçiştiriliyordu. Bu yılgınlığı duyumsarken gözlerini tek bir
noktaya dikerek pür dikkat karşı köyü incelemeye başladı, gece
görüş dürbününe de gerek yoktu, yükselen, her bir tepeden
görülebilecek alevlerdi!..
11 Ağustos 2008 günü sabahı gazinoda
yapılan kahvaltı daha önce yapılan hiç bir kahvaltıya
benzemiyordu... Bir el durdurduğu görüntüye yakın plan bir
kamera tutmak istedi, televizyon vardı, oraya koymak için hep
beraber uğraşmışlardı, bölük komutanının defalarca yok
diyerek azarlamasına rağmen kendi ceplerinden toplayarak alacakları
sözünün altını defalarca kere, çok önemliymişçesine çizip,
söz vermişlerdi, televizyon kavgası yaşanmayacaktı... Para
veremeyen arkadaşlarını da zorlamayacaklardı, sözdü! Almışlardı
sonunda işte televizyonun hikayesi buydu, keşke gerçekten o
kadarla kalsaydı! Ön sırada az sonra çarşıya gitmeyi bekleyen
bölük komutanının şoförü vardı, İstanbullu'ydu, araba
kiralama işindeydi, o gün için çarşı izni almıştı, komutanı
onu ararken ve aratırken tehlikeyi farketmiş,bir yerlere saklanarak
iznini iptal etmesini engellemişti, şimdi dondurulan görüntüde
acınacak haldeydi, görebilseydiniz birden fazla duygunun yüzündeki
yansımasını görebilirdiniz... Daha ortalarda herkes askeri
üniformalıyken kendisi pijamalı olan biri gözüme çarpıyor,
yeni uyanmış ve ilaç saatini geçirmemek için gelmiş, yedikten
sonra hemen yatmayı planlıyordu, çok kötüydü, şimdi ise ayakta
elindeki çatal yere düşer bi vaziyette donmuş bekliyordu... En
arka masalardan birinde ise önünde kahvaltı tabağı bile olmayan
biri vardı, herkes yiyorken o ne yapıyordu ki boş boş, sabah
keşif ekibiyle gideceği için alelacele kahvaltısını edip
çıkmıştı oradan aslında ama araçtaki planlamadan ötürü
gelmemesine karar verilmişti, nerede vakit geçirecekti, iki
laflardı arkadaşlarıyla, ne de çok istiyordu aslında gitmek, iki
insan yüzü görürdü, belki güzel bir kız da görürüm diye
ümitleniyordu, şimdi, kıpkırmızı kesilmiş bir halde durmuş
görüntüdeki mimiklerinden anladığımız kadarıyla bağırıyordu!
Kimisi yerlerde, kimisi masayı devirmiş bir halde, kimisi koşarken
görülüyordu, uzunca bir çadırın içinde, dünyanın en büyük
kargaşalarından biri vardı, biri buna dur diyebilseydi,
diyemedi...
11 Ağustos 2008 günü sabahı,
askerler görevlerini sabah grubuyla değişmeden önce, hava daha
yeni yeni aydınlanmaya karar vermişken...
Karşı köyde yükselen alevlerin
keşfi yapılacaktı, Alp Jandarma Karakolu'ndan iki araç nizamiye
kapısına doğru yöneldi... Nöbetçi açmıyordu kapıyı!
-Komutanım da gelecekmiş, araçları
bekletin dedi...
-Çocuğum tüm komutanlar burada.
-Tabur komutanımız komutanım!
Emir büyük yerden... Beklediler...
Araçtaki herkesin aklında tek soru vardı "Ama tabur
komutanının bu derece basit bir olayda gelmesine ne gerek var"
Sorunun cevabı herkes için aynıydı ama bilinemezdi... O ise
canının çok sıkıldığını mırıldanmıştı geldiğinde...
Araçlar, hazır olduğunda harekete
geçti...
Tabur komutanı fazlalık olduğunu
araçlar hareket eder etmez fark etti, bir eri yer açılsın diye
araçtan bile indirmişti, durunamıyordu bi tuhaflık vardı...
Sorular sormaya başladı,
-Yüzbaşım şoförünüz?
-Komutanım, dün çarşı izni
istemişti, izin verdim ama sabah bulamayınca mecbur...
-Hımm, anladım. Şoförlüğü iyi bu
arkadaşın da ama.
-İyi maşallah komutanım.
-Araç muhafızınız da değişmiş?
-Revire çıkmıştı, 2 günlük
istirahat vermiş üstteğmen komutanım. Gitmeyecekti de ben zorla
yolladım, alnına dokundum yanıyordu çocuk, titremesinden anladım.
-İyi yapmışsın yüzbaşım,
hastalık bu Allah korusun. Şey peki, he tamam tamam, onu ben
indirmiştim ya doğru...
-İyi misiniz komutanım?
-Bunalıyorum Yüzbaşım, duramadım
sıkıntımdan sizinle geleyim dedim, biraz temiz hava iyi
gelebilir...
11 Ağustos 2008
Yazar, yüksek bir tepede, hava hafif
kararmışken, bir kum torbasının üzerine oturmuş, dalgın
vaziyette, hiç adeti olmasa da başka bir kum torbasına tarih
atıyordu... Her günün aynı olmasından şikayetçi olduğu ana
lanet etti, ne vardı, böyle şimdi daha mı iyi olmuştu!.. Alevler
yüzünü aydınlatıyordu... En son gördüğü alevlerin ucu kötü
yerlere gitmişti, alevlere tavır almışçasına yüzünü
çevirdi, sessizlik çıldırtacak gibi oldu... Sessizlik
düşüncelerini daha net duymasını sağlıyordu, 10 mevzi ve her
mevzideki iki kişi, ana mevzide duran 2 komutan artı 2 asker, tüm
bunların toplamından çıt bile çıkmıyordu! Rüzgar bile
yapraklara değmeden geçiyor olmalıydı, ateş, sessizce yanıyordu,
kabahatli gibi!
11 Ağustos 2008 günü sabahı havanın
kısmen aydınlandığı saatler.
Keşif için köye doğru yol alan
araçta sessizlik hakimdi, kimseden çıt çıkmadı... Gürültüyle
patlarken bile... Kimse, paramparça olan araçta sağ çıkmadı...
Parçalar halinde siyah büyük poşetlerle toplandılar etraftan,
toplayan askerler gözyaşlarıyla titreye inleye kimi zamanda
kusarak akıllarına mukayyet olmaya çalışıyorlardı. Başçavuş,
her zamanki soğukkanlılığıyla geziniyordu olay yerinde, bu
duygusuz olmasından değil, senelerdir sürdürdüğü askerlik
yaşamında bir çok ağır olayla karşılaşmasından dolayıydı.
Bir şey arıyordu! Aranıyordu durmadan, narkotik köpeği edasıyla
kah yere yatıyor kah ayağa kalkıyor yerinde duramıyordu, sonra
buldu, cebine attı, tabur komutanının rütbesiydi bu... Alevler
komutanım! Neden çıkmış öğrenemeyeceklerdi, ama ne için
çıktığı artık belliydi. Keşif yapılacak köye tek bir yol
vardı giden, varmalarına 1,5 kilometre kala mayınla havaya
uçurulmuştu araçları, kayalara vursan bükülmeyecek silahları
yamulmuş türlü şekillere girmişti, karşılarına en yırtıcı
hayvanı çıkartsan titremeyecek kalpleri durmuştu, gökler dile
geldi, sağanak bir yağmur başladı, çok kirlettiniz dünyayı
diyordu, gökler dile geldi, şimşekler çakarken, tehdit ediyordu,
elbet bir gün görüşeceğiz diyordu! Bir asker en yakın
arkadaşının kopan başını tutuyor halde düşmüş bayılmıştı...
O sırada bir el, 11 Ağustos 2008
gününün sabahında gazinoda durdurduğu zamanı tekrar oynatmaya
başladı, çok yanlış zamanlama, kalbimde korkunç bir acı
hissediyorum! Televizyonda tek tek yüzler görüyordum, o an
etrafımda kendilerini yere atanlar, gözyaşlarıyla kafasını
masalarına vuranlar, ağzından tükürükler saçarak saçlarını
yolanlar ağır çekim film gibiydi, sadece ben normal hızda hareket
ediyordum, aralarından geçtim, televizyona hiç bu kadar yakın
olmamıştım ama sesini her zamankinden daha az duyuyordum, resimler
aktı gitti defalarca, araca binenler içinden yalnızca bir kişinin
yüzünü göstermemişlerdi! Çok sarsılmıştık, ben içimden her
günün aynılığına dair yaptığım sızıntılarıma lanet
okuyordum, daha koğuştan kokularının silinmediği arkadaşlarımın
televizyonda dönen fotoğraflarına bakıp ağlamaya başladım...
Diz çökerek kapaklanmış, hareketsiz durduğundan şoka girdiğini
anladığımız, üzüntüsünden kendisine zarar verenleri
zaptetmeye koyulduk toparlandığımızda... Bazılarını revire
taşımak zorunda bile kaldık...
Şimdi, bir el 11 Ağustos 2013
tarihinde, saatler 08:27'de iken durdurduğu anı devam ettirdi,
gördükleri doğru olamazdı... Arkalarını dönüp kontrol etmek
bile istemediler, o araçta kendilerinin olmaları gerektiğini
anımsadılar yüzlerce-binlerce kere anımsadıkları gibi... Bir el
müdahale etmişti bu besbelliydi! Zamanları daha gelmemişti...
Ve, bir el, satırları sonlandırdı...
Ersin PERK
![]() |
http://www.milliyet.com.tr/yola-dosenen-mayin-askerler-gecerken-patladi-----asker-yarali/gundem/gundemdetay/11.08.2008/977192/default.htm |
Tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim. Silahsız, kirli siyasete insanların kurban olmadığı bir dünya temennisiyle...