14 Ağustos 2020 Cuma

Öykü : Isırılmayan Leblebi Yazan: Ersin Perk


öykü oku, kısa öyküler, en iyi hikaye, hikaye okuma, kısa öykü oku, ersin perk, öykü okuma sitesi, öyküler oku

Kaybolmamıştı ama her yerini avucunun içi gibi bildiği sokaklarda yabancıymışçasına yürüyordu. Yokuş aşağı inerken hissedilen ürpertinin aynısından göğüs kafesine doluşmuştu. Nefesini ilk defa duyuyor gibi hissetti, burnundan değil de kulaklarından alıyordu sanki nefesi. Gözleri buğulanıyor, yarı bilinçsiz hareketleri daha sarhoşumsu bir havaya bürünüyordu. Yumruklarıyla gözlerini ovalıyor, anlık düzelme yerini hemen buharlı filtreye bırakıyordu. Nefes. Daha derin nefes. Kısa aralıklarla iki nefes, ardından derin nefes. Nefes. Etrafa bakınma. Sigara. Öksürük. Derin nefes. Öksürük. Kısa aralıklı nefes. Yarım yarım bir sürü öksürük. Oturdu. Daha önce hiç oturmamış gibi, seneler boyunca ayaktaymış gibi rahat edemedi. Önündeki boyacı sandığına daldı. Muhtemelen işine gitmek için evinden çıkan insanlarla göz göze gelmek istemediğindendi, dalmak sayılmazdı aslında. Birbirleriyle günaydınlaşanlar tedirgin etti, her seferinde, bana mı diyorlar diye kaldırdı başını ürkek bir tereddütle. Yerini değiştirdi. -nefes, derin nefes, sigara, öksürük, kısa nefes, yarım öksürükler- Biri boyatmak isterse diye düşündü, içi titredi. Ayakkabı boyamaya nerden başlanır nasıl bitirilirdi? Üşüdü, sabah saatleriydi.   Soğuğu binanın kestiği bir köşe aradı. Sokak poğaçacısı geçerken yanından eliyle minibüs durdururcasına hareket yapıp, fark edilmeyince vazgeçti. Kısa bir ikilem ve iç çatışması 2-3 saniyeliğine ağaç gibi dikti onu yol ortasında. Gözünün buğusu daha iyiydi, yumruklarıyla ovaladığında daha uzun idare ediyordu artık. Kendince rüzgarı kesen bir köşe buldu. İskemlesine oturup, sandığı önüne aldı. Öğlen vaktine kadar orada öylece oturdu, sanki, yap-bozda zorla, uymayan yere sokulmuş bir parça gibi… Karşı kahvehaneden seslendi biri, kendisine miydi anlamadı. Gözleri, dış kapının önünde tavla oynayan insanları seçebildi. Boyacı diye seslenilene kadar oralı olmadı, gitti sonra. İskemlesiyle, sandığını alarak sesi arana arana gitti. Seslenen ondan küçüktü ama o buyur abi dedi. “Şu ayakkabıları bir parlat bakalım” Tabii hemen dedikten sonra bakışmaya başladılar, oyun beklediği için bu durumu uzatmadan “e hadi” dedi ayakkabısını boyatmak isteyen. Ne istedin abi dedi anlamadan, sesinde titreklik vardı. Terlik bekliyordu adam ama bu aklına hiç gelmemişti. Abi dedi al sen benim ayakkabıları, üstüne bas ben hemencik hallederim. Yok yahu olur mu öyle dedi adam, ayakkabılarını çıkardı, tavlayı üzerine koydukları büyük iskemlenin yanlamasına uzanan çubuğuna koydu ayaklarını. Sıkışmıştı, aslında 16 sene önce o da, şimdi burada oturanlar gibi kahvehaneci Burhan Abi’ye ismiyle bağırarak seslenip bir şeyler isterdi. Onu aradı gözleri, yanına gitti, şey pardon dedi, tuvaletinizi kullanabilir miyim? Ağır bir adamdı Burhan, onayladı gözleriyle, kafasını da hafif salladı. Sonra sandığını da yanına alıp tuvalete doğru yöneldi. Gülüşmeler oldu ardından, ona gülüp gülmediklerini bilmeden üstüne alındı. Tahmini bile vardı, iskemleni de alaydın bari filan demişti kesin biri. Ya da… Çıktı, oturdu, başladı. Arada oyunu merak ediyor ama sadece çok gülüşmeler olursa filan o curcunadan istifade ederek izleyebiliyordu biraz. Sorsalardı da anlatsaydı ne güzel tavla oynadığını! Zarların nasıl olur da hep işine yarar şekilde geldiğini görüp şaşakalsalardı. Teker teker oradakileri sıraya dizebileceğini bilseler muhakkak davet ederlerdi ama yok, bu tıfıllar tüy sikletti, boşversindi. Tavladan zar fırlayıp yere düşerken o bu düşüncelere ve ayakkabının parlatılmasına dalmıştı, tavlacılar ve yancıları onun zarı alıp vermesi için göz süzüyorlardı. Elindeki ayakkabının sahibi onu böyle can hıraş uğraşır görünce tedirgin oldu, gözlerini sağındaki solundaki insanlardan taraf hızlıca gezdirip tamam tamam uğraşma o kadar dedi. O, bitiyor demesine fırsat bile vermeden laf ağzına tıkılıp yok yok ver denince ayakkabıları eliyle kavrayıp uzattı, bir hoh çekip terini sildi. Ne kadar diye sordu ayakkabısı boyanan, aynı bakışmayı tekrar yaşadılar. Soru, onun zihninde bir kara delik açmış da tüm kelimelerini içine çekiyormuş gibi kaldı, ve deliği panikle hemen kapattı “Bu seferlik benden olsun abi” Etrafında yakaladığı bakışlardan kaçmak istedi, neden öyle bir şey dediğini bilmiyordu ama neye sebebiyet vereceğini biliyordu. Bakışlar büyüdü… Kaçınılmaz olan isabet etti, ardı kesilmedi. “Abi be o zaman benim ayakkabıları da” “Kardeş benimkileri de bi…” “Babalık cila vursan tamam yeni boyandı zaten” Ayakkabılar yığıldı. O kadar çok ayak açıkta kaldı ki açık hava bile kokuyu örtemedi. Daha yakından ve üstelik bu kokuya bedavaya iş yapmak için bulaştığı için bunalıyordu, nasıl yaptım ki böyle bir şeyi diye içi içini yedi, kafasını yumruklamak istedi, defalarca, durmadan. Bir sigara istedi, vardı sigarası ama istedi. Öyle ortaya söyledi, bakındı hepsine, bu kadarına hakkım var gibisinden. Ayakkabısı ilk boyanan adam “Oğuz! Şişt… Oğuz!!! Abiye sigara ver lan” dedikten sonra Burhan Abi bi tane çay diye bağırarak işaret parmağını salladı, getir benim hesaba yaz gibisinden. Çay gelince kahvehaneciden yüzünü sakladı, şimdi tanır, sarılır, niye tanıtmadın kendini diye söylenip içeri davet eder, nerelerdeydin filan der… Sonra çekinmeden kaldırdı yüzünü. Çayından bir yudum aldı. Çay ile sigarasını yavaşça, angarya işleri de olanca hızıyla yaptı. Günün rengi hafif karaya çalana kadar ayakkabı boyadı, ayakkabı sildi… Haydi hayırlı akşamlar dedi kalkarken, yürüdü uzaklaşırcasına. Bir sokak arasında vücutlarının yarısını çıkarıp kahvehaneye doğru bakışanlar gördü, dönecekti geri, gururuna yediremedi, devam etti. Gizlice baktı, onunla alıp veremedikleri olmalıydı. Görmezden gelmeye çabalayıp kararlı adımlar atmaya çalıştı, ayakları karıncalandı, ağırlaştı. Sigara yaktı. Pıst dediler, biri çocuktu, diğeri genç. Çocuk olan kızdı, genç olan erkek. Kavruk tenliydiler. Gözlerini kıstı genç haza mekanuna dedi, anlamadım? İzheb! Çocuk olanı tekme attı bacağına, la kıf huna! İzheb! İzheb! Boyacı sandığı duruyordu ileride duvarın dibinde, anladı bu saldırının sebebini. Kahvehanede de çok fazla ayakkabı boyayıp dikkat çekmiş olmalıydı. Gocunmadı, üzüldü. Kim bilir ne sanıyorlardı… Ayakkabılarını gösterdi, sonra onların boyacı sandığını. Ne kadar diye işaret yaptı, işaret ve baş parmağını üfeleyerek. Üş lir dedi genç olan, sonra düzeltmeye çalıştı üj lira. Adamın düşüncesi boyatıp piyasayı öğrenmekti başta, hem yardım etmiş olacaktı. Aniden öğrenmiş oldu, vazgeçti. Son bir bağırış duydu, izheb! Eve doğru yılgın yürümeye başladı, boşvermiş. Kafasını kaldırdığında Bira-7 Lira yazısı gördü camda, yürümeye devam edip durakladı, yürümeye devam etti, ellerini cebine attı hemen çıkardı, devam etti, durdu. Cebinde ne varsa çıkardı, avcunun içinde saymaya başladı, 6 Lira 90 Kuruş. Evde sürüsüyle 1 kuruşların olduğu bir poşeti vardı, 10 tanesini alıp geri geldi. Bir bira söyledi. Getirdiler. Bardağı ağzına götürürken geri bıraktı. Boş bakındı az bir süre, aklına bir fikir gelmiş gibi. Tarttı o fikri. Bar kabinine yürüdü elinde birayla, müzikten dolayı utana sıkıla da olsa biraz sesini yükselterek duyulabilecek seviyede bağırdı “Acaba çerez alıp sonra ödesem olur mu” Adam donuk bir ifadeyle çerezliği daldırdı, uzattı, bu seferlik bizden olsun dedi. Çok teşekkür ediyordu ama barmen artık oralı değildi, başka şeylerle ilgilenmeye devam etti. Yerine tekrar geçtiğinde çerez tabağının komple leblebiden ibaret olduğunu fark etti. Gözlerini kapatıp sabır dilercesine çevirdi başını, bir tane bira isteyen birini gördü. Durmadan bakmaya başladı, barmeni, birasını bekleyeni, barmenin birayı getirişini, hatta istenmediği halde çerezin de gelişini… O izlerken adam çerezlerden en uzun olanını ağzına atmışken fark etti üzerindeki bakışı, ne olduğuna anlam veremedi ancak kadehini kaldırarak selam verdi, buna karşılık kafasını sallamakla yetinerek önüne döndü. Leblebiden bir tane alıp ağzına götürdü, kaskatıydı, dişlerinden kayıp içini gıcıklattı. Kapıdan çıkarken, yudum dahi alınmamış bir bira, içi leblebi dolu olan bir çerez tabağı, bir tane leblebi ile 6 Lira 90 kuruş olan bir masa bırakmıştı ardında. Kuruşların hatırası vardı…

Ersin Perk       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder